Bugüne kadar, At Origin Coffee’de ağırladığımız pek çok konuğuma yaratıcı sorular sordum, hatta onları biraz da zorladım. Amacım, klasik kurumsal bültenlerde ya da röportajlarda ifade edilenlerin dışında, her birini insan olarak tanımak ve tanıtmak oldu.
Her birinin çok farklı öyküleri olsa da, başarıya ulaştıran inanışlarında bir benzerlik olup olmadığını keşfedebilmeniz için soruların bazılarını aynı tuttum. Zaman zaman onların bile üzerinde fazla düşünmedikleri alışkanlıklarını ifade etmelerine vesile olmaya çalıştım.
Diğer yandan hemen her röportajda konuklarım, sorduğum soruların benim tarafımdaki yanıtını da merak ettiler ve sordular.
Neden Olmasın köşesinde, kendimle röportaj yapma fikri de bu sorulardan doğdu. Umarım yine ilham verici bir söyleşiyle sizleri ileriki sayfalara memnun bir şekilde gönderirim.
Gelecek sayıda yeni konuğumuzla, görüşmek üzere…
Sayın Gözüaçık, öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz? Nerelisiniz? Nerede okudunuz, nasıl bir kariyer yolculuğunuz var?
İzmirliyim, önce Ankara’da ODTÜ’de ardından Eskişehir’de okudum. İletişim Sanatları Bölümünü dereceyle bitirdim ve Yüksek lisansımı yine reklamcılık üzerine yaptım. BBDO, Ogilvy, Mc Cann gibi network ajanslarda reklam yazarlığı ve grup kreatif direktörlük yaptım. Dönemin en büyük sağlık iletişimi ajanslarından biri tarafından yaratıcı ajans başkanlığı teklifi gelince sağlık iletişimi ile tanıştım. Bu alanda hem yaratıcı hem de topluma yararlı işler yapabileceğimi görerek birkaç arkadaşımla birlikte Tazefikir’i kurdum. Yıllar içinde onlarla yollarımız ayrıldı, Tazefikir büyüyerek devam etti. Hatta kurulduktan 2-3 yıl sonra da yanına kardeşi Teknofikir geldi. 12 yıldır büyük bir aileyiz.
Uluslararası ajanslardaki görevlerinizden sonra sağlık iletişimine geçmenizi sağlayan ne oldu? Kararı verirken aklınız mı baskın davrandı, kalbiniz mi?
Bu kararı çok uzun uzadıya düşünerek verdiğimi söyleyemem. Biraz şans ve şartlar diyelim. Ancak içimden bir his sağlık iletişimine kalıcı bir fark getirebileceğimi söylüyordu. Yıllardır da bu hedef doğrultusunda ekibimle birlikte büyük bir özveriyle çalıştığımızı söyleyebilirim. Çünkü sorumluluklarımızın farkındayız.
Aynı zamanda geçmişte edindiğim otomotiv, banka, kişisel bakım, gıda, elektronik, temizlik ürünleri, içecek ve diğer sektör tecrübeleri Tazefikir’i sadece sağlık iletişimi yapan değil, tüm sektörlere 360 derece hizmet veren bir tam hizmet reklam ajansı haline getirdi. Her yaptığımız kampanyadan yeni şeyler öğrendik ve bu bilgileri bir sonrakine taşıdık.
Network ajanslardan ayrılırken yanınıza aldığınız en değerli cümle/alışkanlık ne oldu?
Kariyerimin ilk bölümünden edindiğim, her zaman aklımda tuttuğum pek çok deneyim ve cümle var. Bunlardan biri, ‘’Bizim işte her sabah sıfırdan başlarsın.’’ Yani dün akşam 10 tane Felis almış olabilirsin. Ama bu sabah önündeki yeni briefe getirdiğin yaratıcı çözüm kadar varsın. Evet kulağa biraz garip ve acımasız geliyor ama gerçek bu. Tıpkı bir cerrahın her yeni ameliyatta aynı özeni göstermesi gerektiği gibi.
Serdar Erener, yıllar sonra reklamcılığın duygu tacirliği işi olduğunu öğrendim diyor, siz bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Serdar Erener’in bilgisini ve bakış açısını çok beğenirim. Öğrenciliğimden beri de takip ederim. Evet reklamcılık bence de kalplere konuşan bir iletişim çabasıdır. İnsan karmaşık bir canlıdır. Ayrılır, aldatır, taşınır, unutur, heyecanlanır, korkar, değişir. Bu sebeple sadece kalpte olmak yetmez, beyni, gözü, ruhu da kapsamak gerekir.
Duyuları ve duyguları ele geçirmeyen hiçbir iş, harekete de geçirmez.
Reklamcılığı olimpiyatlardaki bir spor dalları ile benzeştirseniz hangisi olurdu, neden?
Reklamcılık o kadar geniş bir alan ki, ağzınızdan çıkan her sözün reklam olduğunu söyleyecek kadar işi ileri götürenler var.
Çünkü genel tabiriyle pazarlama iletişimi, algı yönetimidir.
Olimpiyatlara gelecek olursak reklamcılığın sadece bir spor dalıyla ifade edilemeyecek kadar kapsamlı olduğunu düşünüyorum.
Dolayısıyla reklamcılığı Olimpiyatların bütününe benzetebiliriz. Dünyada pek çok spor organizasyonu var ancak Olimpiyatlar, bunlar içinden sıyrılan, en önemlisi dediklerimizden biri. Arkasında müthiş bir özen ve hazırlık var. İnsanları ortak bir amaç için bir araya getirebilme, onların ortak bir andan keyif alabilmelerini sağlama var.
Sizin bir de dernekçilik tarafınız var. Reklam Yaratıcıları Derneği’nin Başkanlığını yürütüyorsunuz, dernekle ajans işleri arasında hangisi daha önde geliyor, buradaki hedefleriniz neler?
Reklam Yaratıcıları Derneği 28 yıllık büyük bir geleneğe sahip. Değerli reklamcıların kurduğu ve sürdürdüğü bir oluşum. Ve bulunduğu konum itibariyle çok önemli. Sonuçta yaratıcılığı ve yaratıcıları temsil ediyor.
Dolayısıyla yaklaşık 20 yıldır üyesi olduğum ve dört kez yönetim kurulunda yer aldığım bu derneğin başkanı olmak da büyük bir onur. Dernekte şu an yürüyen 4 büyük projemiz var. Bir de günlük rutin konular. Ajansın işleri elbette çok daha yoğun. İkisini bir arada yürütebilmek için biraz iş bölümü, biraz da uykusuzluk derken halloluyor. Zaten reklamcılar uykuyu çok sevmez.
Tazefikir’in kurulduğu zamanla bugünkü hali arasında bir kıyaslama yapsanız ne dersiniz?
Tazefikir 2006 yılında kuruldu. O dönemdeki iletişim metotlarıyla bugünkü arasında elbette farklar var. İşin özü her zaman aynı aslında. En doğru ve etkili mesajı, en yaratıcı ve estetik şekilde hedef kitleye ulaştırmak. Tazefikir kurulduğunda 17 kişiydi. Şimdi ise 55 kişilik çok daha büyük bir aile. 12 yılda 3 kattan fazla büyümüşüz. Demek ki hedeflediğimiz kaliteyi tutturmayı ve markalarımız adına değer katan işler yapmayı başarmışız. İlk yıllarda biraz daha odaklıydık. Şu an 360 derece hizmet veriyor, televizyon reklamından, app yazılımına kadar çok geniş bir yelpazede iletişim hizmeti sunuyoruz. Günümüz iletişiminin tamamen büyük fikir ve doğru medya karması olduğunu düşünürseniz bu yaklaşım zaten olmazsa olmaz.
Tazefikir sadece sağlık iletişimi ajansı mı? Başka markalara da hizmet veriyor musunuz?
Tazefikir aslında ilk günden beri sadece sağlık iletişimi ajansı olmadı. Ancak bir konuda iyiyseniz, o sizin en bilinen tarafınız olabiliyor. Son 3 yıldır Yılın Sağlık İletişimi Ajansı seçildiğimiz ve yıllardır yaratıcı ve bilinen projelere imza attığımız için sektörün bizim sadece sağlık iletişimi ajansı olduğumuzu düşünmesi çok normal. Tazefikir’de sigorta, gıda, savunma sanayisi, enerji, kozmetik, otomotiv, akaryakıt, çelik, kompozit teknolojileri gibi pek çok farklı sektörlerde de hizmet veriyoruz. Ve bunun tüm işlerimize daha büyük bir perspektif kazandırdığını düşünüyorum.
Sizce reklamcılar ve reklam verenler için ödül almak ne ifade ediyor?
Yaratıcı endüstrilerde yapılan çalışmaların bir ticari başarısı vardır bir de sektöre kattığı vizyon ve değer katkısı. İster sinema olsun ister müzik, moda ya da reklamcılık, sadece bugünkü problemi çözmeniz ve günü başarılı bir şekilde kurtarmanız yetmez. Aynı zamanda sınırları zorlamanız, en başta kendiniz, ekibiniz, müşteriniz, sektörünüz ve gelecek nesiller için yeniyi işlerinize dahil etmeniz gerekir. Ben bunu sadece iletişimde öne çıkma meselesi olarak görmüyorum. O konuda yapılacak sonraki çalışmaların da çıtasını yükseltmek olduğunu düşünüyorum. Dolayısıyla bu alanda çalışan herkesin öncelikli meselesi olması gerektiğine inanıyorum.
Peki neden bu kadar önemli?
Çünkü yaratıcılık fark edildikçe ve yayıldıkça gelişir. Çok farklı bir proje yaptınız ve hedef kitleniz dışında kimse görmedi. Buna belki iyi bir medya planlama diyebiliriz. Ama diğer işlere ilham vermesi, çıtayı bir üste koyması bakımından eksik kaldığını da söyleyebiliriz.
Reklamcılık yarışmalarının hiç birisinde işi yapan ajans ya da reklam veren kendi çalışmalarına oy kullanamaz. Ya da jüride işini satmaya çalışamaz. Aksine ters teper. Böyle bir ortamda yarışmaya katılan işin, günlük pratikte reklam veren firmanın rakip temsilcileri ve rakip ajans yöneticileri tarafından çok başarılı bulunup ödüle layık görülmesi, alınan ödüllerin değerini daha da artırır. Ayrıca ödül almak tüm ekibi daha iyisini yapmaya teşvik eder.
Dünya’da yapılan sağlık iletişimi ile Türkiye’de yapılan arasında fark var mı?
Hem var hem yok. Kimi ülkelerde pek çok OTC ürünün televizyon reklamı da olmak üzere iletişimi serbest. Bizde değil. Diğer yandan kalite ve bakış açısı olarak bir fark olduğunu düşünmüyorum. Sadece Amerika, İngiltere, Avustralya ve Kanada gibi çalışmalarını beğendiğim ve yakından takip ettiğim pazarlarda çok daha fazla kampanya yapıldığını ve bu çokluk içinden çıkan başarılı iş sayısının da orantılı olarak daha fazla olduğunu söyleyebilirim.
Bir de globalde daha çok bütçe ve zamana sahip bir şekilde iş yaptıklarını biliyoruz. Elbette bu da işlerin uygulama standardını etkiliyor. Fikren bizim önde olduğumuz ve dünya çapında ödüller aldığımız pek çok projemiz var.
Bir konuşmanızda bir reklam, reklam verini kadar iyidir diyorsunuz, bu ne demek?
Meslek yaşamım boyunca bir markanın aynı firmada, aynı ürün özellikleriyle ve hatta hemen hemen aynı bütçe ile hem çok başarılı ve fark yaratan işler yaptığına tanık oldum. Hem de pasif denilebilecek kadar sıradan işler gerçekleştirdiğine ve pazar kaybettiğine. Aradaki fark neydi diye sorarsanız markanın başındaki kişilerin tutkusu ve vizyonu. Ajans işi sunar. Reklam veren görür, hisseder, destekler ve mücadele verir. Hiçbir büyük iş kolay hayata geçmez. Mutlaka riskli bir tarafı ve muhalefet edenleri vardır. Marka tarafındaki kişiler için önemli olan inanmak ve inandığını sonuna kadar savunabilmektir. Kurumsal hayatın bunu güçleştirdiğini ama yapabilenlerin de her zaman yükseldiğini biliyoruz.
Ekibinize nasıl bir hedef koyuyorsunuz? Bunu bir hayvana benzeterek yanıtlasanız o hayvan hangisi olurdu?
Geçen gün ajansta çocuk şarkılarından konuşuyorduk. Farkında olmadan en sevdiğim çocuk şarkısının Arı Vız Vız Vız olduğunu anlattım. Arkadaşlardan biri de tam karakterinize uygun şarkıyı seçmişsiniz dedi ve gülüştük. Günümüzde yeterince çalışmadan çok başarılı olunabilen bir alan olduğunu düşünmüyorum.
Üstelik her geçen gün rekabet de, seçenek de artarken. Bunun yanında sadece çalışmak elbette yeterli değil. Öncelikle ortaya bir hedef/vizyon koymak ve bu doğrultuda çalışmak lazım. Bizim ajansın vizyonu her zaman nettir. Kişisel ilişkiler ya da para için değil, markalara değer katmak, insanlara yarar sağlamak için çalışırız. En iyisini bulabilmek için de ekstra çalışırız. Bunun da hayvanı arı olabilir.
Sporla aranız nasıl? Bir yöneticinin spordan öğreneceği neler olabilir?
Sporla aram hep iyi oldu. Lisede basket oynadım, üniversitede boks yaptım. Son 10 yıldır da evde kürek çekiyorum. Tüm kas gruplarını aynı anda çalıştırması bakımından küreği pratik buluyorum. Ara ara salona gitme ya da özel eğitmenle çalışma denemelerim oluyor ama zaman kısıtı nedeniyle ev daha rahat.
Bir yöneticinin spordan ilham alacağı şey bana göre antrenmanın gücüdür. Bir konuda ne kadar çok tekrar yaparsanız o kadar hızlanırsınız. Günlük rutinleri hızla yerine getirmek, yaratıcı çalışmalar için ek zaman yaratır.
İçten yanıtlarınız için teşekkürler…
*Bu yazı ilk olarak Workshop Dergisi’nde yayımlanmıştır.
Leave a Comment