Sayın Yazıcı, öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz? İlaç sektörüne ne zaman girdiniz?
Neden bu sektörü seçtiniz?
İzmir’de doğup İstanbul’da büyüdüm. Osmangazi Üniversitesi Tıp Fakültesi’nden mezun oldum. Sonrasında INSEAD Pazarlama ve CEDEP yönetim programlarına katıldım.
Mezuniyeti takiben katıldığım ilaç sektöründe medikal ve pazarlama alanlarında farklı görevlerde bulundum.
Bristol-Myers Squibb ailesine 2007 yılında Türkiye onkoloji grup ürün müdürü olarak katıldım. Viroloji ve onkoloji bölüm direktörlüğü, Avrupa pazarları hematoloji ve immünoonkoloji liderliği görevlerini üstlendim. Global yönetim ekipleriyle çalışma fırsatı bulup Avrupa pazarlarında Bristol-Myers Squibb’in vizyonu doğrultusunda odaklandığı ürün
ve süreçlerde lider olarak çalışma şansım oldu. 2014’ten beri Bristol-Myers Squibb Türkiye Genel Müdürü olarak görevime devam ediyorum. Yeniliklere bu kadar açık, sonucunda hastalara ve ailelerine fayda sağlayan bir sektörde çalışmaktan gurur duyuyorum.
Sizce ilaç sektörünün dünyada tütün, alkol ve silah endüstrisiyle birlikte anılması doğal mı? Neden böyle?
Tabi ki doğal değil. İlaç sektörü geleneksel olarak ve biraz da doğası gereği halkla doğrudan iletişimi sınırlı bir sektör. Bence insanların ilaç sektöründen büyük beklentileri ve bir yandan da hastalıklara çare üretebileceğimize kuvvetli bir inançları var. Zaman zaman sektörün bu beklentiyi karşılayamaması, inancın kırılmasına ve algının olumsuza dönmesine neden olabiliyor.
Dünyada Ar-Ge’ye en fazla kaynağı ayıran ilaç endüstrisi sizce kaynaklarının bir kısmını da kurumsal sosyal sorumluluk projelerine harcamalı mı? Mevcutta yapılanları yeterli buluyor musunuz?
İlaç sektörü sosyal sorumluluk projelerine önemli bir kaynak ayırıyor ve ayırmalı da. Bu hepimizin bireysel ve kurumsal olarak birer parçası olduğumuz topluma karşı bir sorumluluk ve bir görev. Mevcutta birçok yararlı ve başarılı proje yapıldığını biliyorum.
Son yıllarda ilaç sektöründe pek çok ülkede yabancı ve yerli ayrımı arttı. Global kanattaki bir firma olarak bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Bence hepimiz aynı gemideyiz. Odağımızda hastalar, karşımızda hastalıklar ve elimizdeki sınırlı kaynaklarla çözüm bulmaya çalışan bizlerin amacı ortak.
Bence ayırt edici faktör, araştırma geliştirmeye verdikleri önem. Global firmalar bu konuda liderliği ellerinde tutuyorlar çünkü yeni ilaç geliştirme bildiğiniz gibi yüksek maliyetli ve riskli bir yatırım. Ancak araştırma geliştirme konusunda kimse tekel değil; global firmaların yapamadıklarını çok daha küçük ölçekli ve başarılı projelere imza atan lokal firmaların başarabildiği bir zamandayız.
Türkiye’de yabancı ilaç firmalarının durumunu anlatmak için bir film repliğinden alıntı yapsanız ne derdiniz?
Harry Potter ve Ateş Kadehi filminden bir alıntı yapabilirim. Albus Dumbledore der ki:
“Amacımız aynı ve kalplerimiz açık oldukça, davranışlarımızın ya da dilimizin farklı olmasının bir önemi yoktur.”
Ben yabancı ya da Türk yatırımcı olarak ayrımın doğru olmadığını düşünüyorum çünkü hepimizin amacı ülkemiz için bir şeyler yapabilmek.
Firmanız, yerelleşmeye yeterince enerji ve kaynak ayırıyor mu? Yoksa globale bağlı kalmaya mı inanıyorsunuz?
Bence bu konuya iki açıdan bakmak lazım. Ürün üretimi ve bilgi üretimi. Biz bilgi üretimi tarafında Türkiye’de çok önemli adımlar attığımıza inanıyoruz. Bu çalışmalarımızdan hem hastalar yararlanıyor hem de hekimlerimiz çok değerli bir bilgi üretiminin parçası oluyorlar.
Ürün üretimi kararları birçok global firmada olduğu gibi bizde de ülke bazında değil global stratejiler doğrultusunda şekilleniyor. Örneğin üretim yerleri konsolide ediliyor ve tüm dünyanın ihtiyacı tek noktadan karşılanıyor. Türkiye’de üretim yapabileceğimiz ürünlerimiz ile ilgili araştırmalarımız devam ediyor.
Peki, sizce Türkiye sağlık iletişimi açısından dünyada hangi ülke ve / veya ülkelere benziyor? Neden?
Ben daha çok Akdeniz’e kıyısı olan ve birçok yönleriyle bize benzeyen Güney Avrupa ülkeleriyle benzerlikler görüyorum. Sağlık iletişiminde tam olarak şeffaf bir ortam yok ve regülasyonlar ile kısıtlı bir alan ama yine de yapabileceğimiz çok şey var.
Sağlık iletişimi konusunda Türkiye’de halkı bilinçlendirmeye yönelik yapılan kampanyaları incelediğinizde aklınıza ilk gelen proje hangisi?
Örneğin; kanser giderek artan prevelans ve tanı ile çağımızın sorunu. Bu doğrultuda yaptığımız Akciğer Kanseri Farkındalık Kampanyası elbette ilk aklıma gelen. Bunun yanı sıra diyabet alanında ve özellikle kalp hastalıkları konusunda yapılan pek çok iyi proje var.
Genellikle immünoloji, onkoloji, viroloji gibi alanlarda özel ürünleriniz var. Bu ürünleri pazara sokmayı ve tanıtmayı olimpiyatlardaki bir spor dalıyla örneklendirseniz hangisi olurdu?
Triatlon’a benzetirim. Her aşamada farklı beceriler gerektiren, yüksek performans kadar dayanıklılık ile ilerlenen ve kesinlikle akılla kazanılan bir spor.
Ekibinizde çalışan insanlara nasıl davranmalarını hedef koyuyorsunuz? Bunu
bir hayvana benzeterek yanıtlasanız o hayvan hangisi olurdu? Yani hangi hayvandan ilham almak lazım, neden?
Hiç böyle düşünmedim doğrusu ama benim atları çok sevdiğimi herkes bilir. Atlar akıllı, güçlü oldukları kadar hassas, içten iletişim kuran ve her zaman duruşlarıyla saygı uyandıran varlıklar. İş yaşamında onlarla olan iletişimin şeklinden ilham alabileceğimizi düşünüyorum. Aslında atlarla olan iletişim, Avatar filmindeki gibi. Duygusal bir bağ kuruyorsunuz ve ancak takım olarak çalıştığınızda başarılı olunabiliyor.
Değişmekte olan ekonomik ve sosyal şartlar farklı bir liderlik modelini gerektiriyor; gerek iş yaşamında, gerekse sosyal yaşamda, sadece kendine değil, bütüne hizmet edeni takip etme ve sürdürebilme için “Özgün Liderlik” öne çıkmakta ve atlar liderlik konusundaki en yetkin öğretmenler.
Türkiye’de sağlık hizmetleri konusunda şöyle bir hayalim var; … diye başlayan cümlenin devamı sizin için ne olurdu?
Kısıtlı kaynakların en çok ihtiyaç duyulan alanlara yönlendirildiği, zor hastalıklarla mücadele edenlerin umutlarını yeşerten, en yeni, en etkili tanı ve tedavileri hızla hastaların hizmetine sunan bir sağlık hizmetleri sistemi hayalim var.
İçten yanıtlarınız için teşekkürler… Bu röportajdan keyif aldınız mı?
Ortam güzel, fotoğrafçı harika, kahve şahane ve sohbet çok keyifliydi.
*Bu yazı ilk olarak Workshop Dergisi’nde yayımlanmıştır.
Leave a Comment