Sevgili Can Bey Yüz Yüze’ye hoş geldiniz. Bu röportajda iki tane kural var, Sevgili Tamer’in bizim için hazırladığı kahvelerin tadını çıkarmak ve verdiğimiz yanıtlarda yüz kelimeyi aşmamak. Bu arada bazı sorularımız önceki sayılardaki konuklarımıza sorduklarımızla aynı. Bu sorulardaki amacımız aynı soruya farklı konuklarımızın nasıl yanıtlar verdiğini görebilmek. Ve tüm bu görüş ve yanıtlardan fikir edinmek.
Evet müsaadenizle, röportajımıza başlayalım.
Sayın Aydınlık, Sağlık iletişimini ikiye ayıracak olursak halka yönelik ve sağlık profesyonellerine yönelik pek çok çalışma yapıldığını biliyoruz. Hasta bezi alanında bir yönetici olarak siz bu konuyu nasıl ele alıyorsunuz?
Sektöre yönelik iletişim kısıtlamaları bizleri her gün daha yaratıcı çözümler bulmaya itiyor. Sağlık profesyonellerine markamızla, halka da markasız tanıtım yaparken aynı dili kullanmak, tek bir marka algısı oluşturabilmek özel bir uzmanlık istiyor, öncelikle bunu bir kenara yazalım.
Bu özelleşme ihtiyacının yanında, pazarlamanın temel ilkelerine harfi harfine bağlı kalmak çok önemli. Stratejik planlar oluştururken, ürününüz ister bir ilaç ya da medikal cihaz olsun, ister ayakkabı, banka, uçak bileti gibi farklı sektörlerden ürünler/hizmetler olsun, izleyeceğiniz adımlar bence aynı. Ve işin ucu hep doğru insight’a dayanıyor.
Bu açıdan değerlendirdiğimde, sağlık iletişimi yapan birçok markanın maalesef insight toplamaya gereken önemi vermediğini düşünüyorum. Bu da bize, göze güzel görünmekle birlikte hedef kitleye tam ulaşamayan kampanyalar olarak geri dönüyor.
Peki sizce yeni gelişen bu pazara şekil vermek hangi spor dalına benziyor neden?
Türkiye hasta bezi pazarını ABD’de Avrupa stili futbol oynamaya benzetiyorum. Avrupa’ya baktığımızda en popüler spor olan futbol, Amerika’ya gittiğimizde hem tahtını başka bir spora kaptırmış, hem de dünyanın kalanına göre oldukça düşük seviyede kalmış durumda.
Öte yandan Latin Amerika kökenli ABD vatandaşları ve kadınlar arasında oldukça yüksek bir ilgi görüyor. Yani daha dar bir kitle için popülerken toplumun geneli için biraz daha az bilinirliğe sahip. Türkiye’deki hasta bezi pazarının durumu da buna benziyor.
Hem markette hem de eczanede satılan bir ürünü pazarlamak nasıl bir bakış açısı gerektiriyor? Hadi bunu bir de film repliğinden alıntı yaparak ifade edin 🙂
Bir ürünü markette ve eczanede satmanın hem ortak yönleri hem de gece ile gündüz gibi ayrışan yanları var. Hasta bezleri dediğimizde de, farklı ürünlerden oluşan bir yelpazeden bahsediyoruz aslında. Belbantlı hasta bezi dediğimiz ürünler ağırlıkla eczanelerden ve medikal mağazalardan satılırken, mesane pedi dediğimiz ürünler %80e varan oranlarla market ve süpermarketlerde satılmakta mesela. Bunun altında yatan sebep de ürünlerin çözüm sağlamaya çalıştığı durumların ve kişilerin birbirinden farklı olması.
Bu açıdan önce farklı tüketicilerimizi belirlemek, onların ihtiyaçlarını anlamak, bizim için hangi kanalda nasıl bir adım atmamız gerektiğinin temelini oluşturuyor.
Matrix’de Morpheus Neo’ya aslında gözle görünenin ötesini sorgulatmak için şöyle der:
“Do you believe that my being stronger or faster has anything to do with my muscles in this place? Do you think that’s air you’re breathing?”
Sen güçlü ya da hızlı olmanın kaslarla mı alakalı olduğunu sanıyorsun? Ya da şu an soluduğun şeyin hava olduğunu mu düşünüyorsun?
Uzun yıllardır yöneticilik yapan bir profesyonel olarak, bir işi kendiniz yapmaya ya da ekibinizdeki bir personele delege etmeye nasıl karar veriyorsunuz? Bu karar sonrasında nasıl bir tutum izliyorsunuz?
Delege edeceğim işlerin ilgili arkadaşıma ya da arkadaşımın ilgili işe bir katkı sağlayıp sağlamayacağına dikkat ediyorum her şeyden önce.
Artık aranan yönetici özellikleri arasında iş bitirici kadar iş yaptırabilen olmak da yer alıyor. Çalışan nüfusun yaş ortalaması her gün azalıyor ve günümüz yöneticilerinin karşılaştıkları zorlukların başında Y ve Z kuşağı ile doğru iletişimi kurabilmek geliyor. Çalışan memnuniyetinin iş başarılarındaki önemi her geçen yıl daha da iyi anlaşılıyor. İnsanlara kendilerini motive edecek, bir fark yarattıklarını hissettirecek işler sağlamak, bu şekilde kişilerin işe olan bağlılık ve tatminini artırmak, başarının ilk adımlarından biri gibi duruyor.
Bir yandan da iş yapış süreleri teknoloji ile birlikte daha da kısalıyor. Bu durumda da doğru geri bildirimleri zamanında verebilmek için, yöneticilerin ekipleri ile geçmişe nazaran çok daha yakın ve yatay bir felsefe ile çalışması gerekiyor.
Bugüne kadar işinizde size en çok etkileyen, hekimlerimizden, hastalardan ya da diğer paydaşlarımızdan gelen, beyninize silmemek üzere kaydettiğiniz insight hangisiydi? Bu insight’ı kullanarak bir proje/çalışma yaptınız mı? Nasıl sonuçlar aldınız?
Bu soruyu marka yönetimi değil de daha geniş bir çerçevede cevaplayayım.
Sektöre başladıktan sonra ilk öğrendiğim ilkelerden biri “İster slayt olsun, ister mail olsun, ister ayaküstü konuşma olsun, bir iş görüşmesi yapıyorsan kısa ve net olacaksın, her zaman akılda kalıcı bir mesajın olacak” oldu. Bunu sadece iş değil bir yaşam tarzı olarak benimsedim. Bununla ilgili elbette spesifik bir proje yapmadım ama bu yöntemi benimsemenin hem iş hayatımda hem de özel hayatımda çok güzel geri dönüşleri oldu. Buna ek olarak, kişisel gelişim kitaplarına büyük şüphe ile yaklaşan bir birey olmama rağmen birkaç yıl önce “S*ktir Et” adlı kitabı okudum. Çok güzel bir kitap, kesinlikle tavsiye ederim. Hayata bakışımda, hem iş hem özel alanda, bana farklı bir perspektif sağladı. Orada edindiğim insightları anlatmaya kalkarsam, Cem Yılmaz esprisini tekrar etmeye çalışan adam gibi olurum, burada kitabı tavsiye etmekle kalayım.
Sektörümüzde gerçekleştirilen ve kıskandığınız ve size daha iyisini yapmak üzere kamçılayan projeler var mı? Hangileri?
Son dönemlerde sağlık sektöründe özellikle farkındalık kampanyaları dikkat çekiyor. İlk aklıma gelen örnek Roche’un Mavi Bisiklet kanserde farkındalık kampanyası. Oldukça akılda kalıcı bir kampanya oldu bence, birçok mecrada yer aldı. Dışarıdan gördüğüm kadarı ile de tüm çalışanlar tarafından benimsenmiş, desteklenmiş bir kampanya oldu. Günümüzde uluslararası firmaların Türkiye’ye özel kampanyalarına çok rastlayamıyoruz, genelde global kampanyaların yerel yansımalarını görüyoruz. Bu açıdan da Mavi Bisiklet Türkiye’de geliştirilen bir kampanya olarak bence özel bir yeri hakkediyor.
Bu sektörde beğendiğiniz ve kendinize rol model olarak aldığınız biri var mı? Sizin hangi özelliğinizin insanlara ilham verebileceğini düşünüyorsunuz?
Rol model olarak aldığım kişilerden ilk aklıma gelen zamanında Pfizer’de birlikte çalıştığım Ahmet Giray Ölmez diyebilirim. Konulara net ve objektif bakabilmesini her zaman takdir etmişimdir. Sorunları tartışırken önce konunun özünü arar, ardından da kompleks ve zor yerine basit ve pratik çözümler sunar. Kim olursanız olun onun yanında rahat hissedersiniz kendinizi, çünkü çok samimidir. Tabii ikimizin de ODTÜ’lü olmasının bu beğenimde ve aramızdaki dostlukta önemli bir yeri olduğunu da belirtmek gerekir.
İnsanların iş hayatında başarıyı kovalarken özel hayatlarını ikinci plana itebildiklerini gördüm. Umuyorum ki yoğun iş hayatına ve İstanbul’a rağmen özel hayatım da sürekli yenilikler, hobiler, seyahatler, özetle güzel anılar peşinde koşmam birilerine ilham verebiliyordur.
İçten yanıtlarınız için teşekkürler…
Bu röportajdan keyif aldınız mı? Bu köşede yer alacak gelecek konuklarımıza bir
mesajınız var mı?
Çok güzeldi teşekkür ederim. Sadece konuklarınıza değil herkese tavsiyem, bu güzel kahveleri gelip yerinde tatmaları. Tamer’in de ellerine sağlık!
*Bu yazı ilk olarak Workshop Dergisi’nde yayımlanmıştır.
Leave a Comment