Değerli Burak Bey, Yüz Yüze’ye hoş geldiniz. Bu röportajda iki tane kural var, Tamer’in bizim için hazırladığı kahvelerin tadını çıkarmak ve her bir soruya verdiğiniz samimi yanıtlarda yüzer kelimeyi aşmamak.
Bu arada bazı sorularımız önceki sayılardaki konuklarımıza sorduklarımızla benzer. Bu sorulardaki amacımız aynı konuya farklı konuklarımızın nasıl yanıtlar verdiğini görebilmek. Ve tüm bu görüşlerden genel bir fikir edinmek.
Şimdi müsaadenizle, röportajımıza başlayalım.
Sayın Kayahan, öncelikle kısaca sizi tanıyabilir miyiz?
1971, İstanbul doğumluyum ve İstanbullu bir aileden geliyorum. Kadıköy Anadolu Lisesi mezunuyum ve bununla gurur duyarım. Marmara İng. İşletme bölümünü bitirdikten sonra Avusturalya’da Finans masterı yaptım. Eczacıbaşı topluluğunda başlayan meslek hayatım çoğunluğu hızlı tüketim ürünleri sektöründe geçen 22 yıla ulaştı. Son 11 yılı Ontex Tüketim ürünlerinde, Satış, Pazarlama, İhracat gibi farklı görevlerde geçti. Son 4 yıldır da firmanin Genel Müdürlüğü’nü yapıyorum. 18 yıldır süren mutlu bir evliliğim var ve bu evlilikten olma da 15 yaşında bir oğlum.
İşe bakış açınızı özetlemek için bir film repliğinden alıntı yapsanız ne dersiniz?
İş hayatında her zaman iyi günler olmuyor. Her hedefe de istediğiniz kadar hızlı ulaşmak kimi zaman mümkün olamayabiliyor. Özellikle sürdürülebilirlik günümüzün en önemli başarı kriterlerinden biri olarak öne çıkıyor. Anlık başarılardansa zaman içinde emin adımlarla başarıya ulaşmak benim için temel felsefedir. Bunu özetlemek için de 1997 yapımı Contact filminde başrolde oynayan Jodie Foster’ın karakteri olan Dr. Ellie Arroway’in babası imajında kendisine gözüken uzaylı üst varlığa sorduğu bir dizi soruya verilen cevap’tan daha güzeli olamaz. “ Small steps Ellie, small steps” Küçük adımlarla ve ardı ardına atarak başarıya ulaşmak sürdürülebilirliğin sırrı.
Yönetici olarak yurt dışı pazarları da kapsayan bir göreviniz var, farklı coğrafyalarda iş yapmanın size edindirdiği en kıymetli cümle/alışkanlık nedir?
Bizim coğrafyamızda özellikle Ortadoğu ülkelerinde iş yapan herkes bilir ki en kıymetli 2 kelime İnşallah ve Maşallah’dır. Hayatın temposunun İstanbul gibi hızlı akmadığı, insanların o kadar da acelesi olmadığı sıcak iklimin hüküm sürdüğü bu diyarlarda sakin olmak, sakin kalmak ve biraz da sabırlı olmak bu iki kelime ile özetlenebilir sanıyorum. Bu nedenle kanımca Türk işadamı olmak bizi Ortadoğu ve Kara Afrikası’nda avantajlı kılıyor diğer ülke vatandaşlarına göre.
Ekibinizde çalışan insanlara nasıl davranmalarını hedef koyuyorsunuz? Bunu bir hayvana benzeterek yanıtlasanız o hayvan hangisi olurdu? Yani hangi hayvandan ilham almak lazım, neden?
Ekibimde çalışan insanlara öncelikle birbirlerine ve müşterilerine karşı güleryüzlü ve samimi davranmalarını hedef koyarım. Herşeyin bilgisayarlar ve sistemler tarafından yapılmaya başladığı bu çağda otantik olan özgün ve samimi davranış bence. Sorunlar karşısında soğukkanlılığı korurken, krizleri fırsata çevirmek için de takım olmak ve çok çalışkan olmak gerek. Bunun timsali ise Karınca’dan başka ne olabilir ki? Kendisinin ağırlığının çok üzerindeki işlerin altına girmekten çekinmeyen ve bunu yaparken de işi paylaşmayı ve ekip olmayı beceren Karınca’dan ilham almak lazım diye düşünüyorum.
Canbebe ile bebeklere, Canped ile yetişkinlere hitap eden ilginç bir ürün portföyünüz var. İki pazarı karşılaştırdığınızda sizce hangisinde başarılı olmak daha zor? Neden?
Yetişkin hasta bezi ürünleri, kullanan kişiler ve daha önemlisi kullanan kişiye bakmakla yükümlü kimseler için çok büyük konfor sağlıyor. Bir kez bu ürünleri keşfeden kişiler daha sonra ihtiyaç duydukları müddet kullanmaya devam ediyorlar ve marka değişimi çok zor oluyor. Öteki tarafta, anne baba için bebekleri dünyadaki en değerli varlık. Hali ile bebekleri ile ilgili her konuya çok hassas yaklaşıyorlar. Bu da bebekler için hizmet veya ürün sunan firmalara mükemmel hizmet sunma sorumluluğu getiriyor. Bu açıdan bebek bezi pazarının hatayı çok daha az kaldıracağını söyleyebiliriz. Ayrıca ülkemiz açısından baktığımızda bebek bezi pazarı çok daha dinamik ve rekabetçi bir dönemden geçiyor.
Türkiye’de bebeklerle ilgili şöyle bir hayalim var: …. diye başlayan cümlenin devamı sizce ne olurdu?
Tüm bebeklerimizin sağlık, mutluluk ve güvenle büyüyebileceği bir ülke hayal ediyorum. Aynı zamanda gelir düzeyi ne olursa olsun bütün bebeklerin kaliteli bir bebek bezi kullanması da gerek benim gerek de şirketimin hedefleri arasında.
Ürünlerinizin büyük çoğunluğu marketlerde satılıyor. Sizce markette tüketicinin dikkatini çekmek ve onları satın almaya ikna etmek için markaların harcadığı çabalar, yaptığı pazarlama ve satış faaliyetleri olimpiyatlardaki bir spor dalı ile ifade edilseydi, bu spor hangisi olurdu?
Bence bu kadar yoğun rekabetin olduğu ve iletişim kanallarının bu kadar yoğun olarak tüketiciyi bombardımana tuttuğu bir dünyada tüketicinin dikkatini çekebilmek için herkesin arasından sıyrılmak olsa olsa sırıkla yüksek atlama’ya benzeyecektir. Yanlış yapacağınız herhangi bir çaba ve iletişim sırığın çıtanın düşmesine ve tüm harcanan gayretin boşa gitmesine neden olacaktır. Bu nedenle tüketicinin ihtiyacını doğru anlamaya yönelik ev ödevimizi yapmadan ve tüketiciye gerçek ve somut faydayı sunmadan yapacağımız iletişimler uzun vadede arzulanan başarıyı getirmeyecektir.
GE’nin üst düzel yöneticilerinden Beth Comstock ‘’Pazarlama, tamamen inovasyonla ilgilidir.’’ diyor. Siz bu konuda ne düşünüyorsunuz? İletişimde nasıl bir inovasyona inanıyorsunuz?
Günümüzde yaşantımızdaki hemen her şey innovasyon ile ilgili ve pazarlama da bu konuda bir istisna değil. Pazarlamanın ilk amacı hedef kitlenize doğru mesajı iletmek. Ulaşmak istediğiniz insanlar değiştikçe siz de onlara ulaşmak için değişmek zorundasınız. Öte yandan sadece kitleler değil, iletişim yöntemleri, kanalları ve dili değişiyor. Bu da iletişimde innovasyonu vazgeçilmez kılıyor. Daha 10 yıl önce gençler arasında en popüler sosyal medya kanallarından biri olan facebook artık ‘yaşlıların’ kullandığı sosyal medya kanalına dönüştü. Çok yakın geçmişte şirketler dijital pazarlama konusunda kendini geliştirirse bir fark yaratırdı, artık bu fark standart oldu ve dijital yapmamak gibi bir opsiyon kalmadı.
Şu an dünyanın en büyük taksi (ulaşım) şirketinin hiç taksisi yok. Dünyanın en büyük ev kiralama şirketinin hiçbir dairesi yok. Peki sizce geleceğin kişisel bakım ve hijyen firması nasıl olacak?
Gelecekte kanımca kişisel bakım ve hijyen firmaları tüketicilere ürün satan değil onlara hizmet götüren firmalar olacaklar. Hijyen ihtiyaçlarının doğru şekilde, doğru zamanda ve en uygun maliyetlerle tüketicinin ayağına giderek ulaştırılacağı ve hizmetin markadan ve üründen de ön planda olacağı bir geleceğe hazırlanmamız gerek diye düşünüyorum.
Sosyal medya ile aranız nasıl? İyi bir kullanıcı mısınız?
Sizce sosyal medya bahsedildiği gibi insanlık tarihinin en tehlikeli fikirlerinden biri mi, yoksa en parlak fikirlerden mi?
Sosyal medya kuşkusuz son 10 yılın en radikal ve değişim gerektiren fikirlerinden biri. Bunu ne en parlak fikir olarak ne de en tehlikeli fikir olarak tanımlayamam, daha çok yeni hayatın bir gerçeği. Ben açıkçası iyi bir kullanıcı değilim, hayatımda paylaşımlarımı yüz yüze ve gerçek insanlar ile yapmayı tercih ediyorum. Özel hayatımızın canlı yayınlanacak bir ehemmiyeti olduğunu da düşünmüyorum. Ama kitlesel iletişimde sosyal medyanın gücünü de yadsımamız mümkün değil tabii ki. Özellikle doğru tüketiciye ulaşmak için dijital pazarlama kanımca konvansiyonel pazarlamanın yerini hızla almaya devam edecek.
Spor sever misiniz? En çok ilginizi çeken branş hangisi? Sizce bir yöneticinin o branştan öğreneceği neler olabilir?
Beyaz Gölge dizisi ile bu sporu tanıyan ve Michael Jordan efsanesi ile büyüyen bir nesil olarak tabii ki Basketbol. Tamamen bir takım oyunudur. Bireysel performans da önemlidir ama takım olarak verilen görevi eksiksiz yapmak olmazsa olmazdır. Ayrıca çok yüksek tempolu ve kazananın çoğu zaman son saniyeye kadar belli olmadığı bir spordur da. Bu anlamda hayatın ve özellikle de iş hayatının kendisine çok benzerlik gösterir. Doğru ekip arkadaşları ile paslaşarak ve şahsi oynamadan yapıldığında her ikisi de hem yapana hem de onları seyredene büyük keyif verir. Ayrıca basketbolun içinde olan Asist kavramı da bence başarının her zaman yapmaktan değil bazen de başkasına yaptırmaktan geldiğinin de bir kanıtıdır.
Motosiklet mi? Otomobil mi? Neden?
Tabii ki motorsiklet. Yaklaşık 6 senedir motorsiklet kullanıyorum. Motorsiklet kullanan herkesin de bildiği gibi motorsiklet demek özgürlük demektir. Her yolculuktan farklı olarak motorla yolculukta deneyim varınca değil yola çıkınca başlar ve tüm duyularınızla yolculuk ettiğiniz yerlerin içinden geçer, yeni kokular, yeni insanlar ve asla fark edemeyeceğiniz güzelliklerle karşılaşırsınız. Amaç varmak değil yol almaktır. Dikkatli ve doğru ekipmanlarla ve mutlaka iyi bir eğitim sonrasında yapıldığında güvenlik de sorun olmaktan çıkar. Ayrıca motorda iken aklınızda sürmek dışında bir şey kalmaz dolayısı ile iyi bir rahatlama ve sıradanlıktan kaçma fırsatı da sunar insana.
Sizin ailede sağlık konularıyla kim ilgileniyor? Evde sağlıklı yaşamla ilgili bir motto üretseniz (belki de hali hazırda vardır) ne olurdu?
Bizim ailemizde sağlık bakanımız eşimdir. Neslihan hnm onu tanıdığımdan beri düzenli spor yapan, sağlıklı beslenme konusunda son derece duyarlı ve aynı zamanda da inatçı bir eştir. Kısaca onu tanıyanların kendisine taktığı “Nesfit” lakabı da bunu özetler. Sadece kendine değil etrafındaki herkese koçluk etmekten geri durmaz, kısacası herkesi harekete ve gerektiği kadar yemek yemeğe davet eder( zorlar da denebilir J) Mottomuz “ Gerektiği kadar ye ve bolca hareket et, evde değil dışarıda ol”
Değerli zamanınızı ayırdığınız ve içten yanıtlarınız için teşekkürler…
Leave a Comment