Sayın Canbaş, kısaca sizi tanıyabilir miyiz? İlaç sektörüne ne zaman girdiniz? Öncesinde FMCG alanında tecrübeleriniz olduğunu biliyoruz. Bu alanda neler yaptınız?
Güney Afrika’da doğdum. Mersin’de büyüdüm. Boğaziçi Üniversitesi’nde işletme eğitimi aldım. 1997 yılında Gilette Türkiye’de pazar araştırma ve medya asistanı olarak göreve başladım. Bu görev FMCG sektörüne attığım ilk adım oldu. Uzun yıllar Oral-B markası için Londra’da ve Moskova’da çalıştım. 2006 yılında P&G Türkiye’ye geçtikten sonra pek çok marka sorumluluğunu aldım. Ardından P&G’de Türkiye ve Kafkaslar marka operasyonlarından sorumlu pazarlama direktörlüğü görevini üstlendim. Bayer ailesine ise 2015 yılında Tüketici Sağlığı Türkiye Ülke Müdürü olarak katıldım ve böylece sağlık sektörüne girmiş oldum. Evliyim, Leyla adında dokuz yaşında bir kızım ve Kerem adında beş yaşında bir oğlum var.
Sizce sağlık sektörü ile FMCG arasında nasıl benzerlikler var? Bu konuyu hem reçeteli hem de reçetesiz ürünler açısından değerlendirmenizi rica edelim.
Reçeteli ilaç kategorisi ile FMCG arasında benzerlik kurmak pek mümkün değil. Sağlık Bakanlığı’nın belirlediği çerçevede sunulan, bir uzman hekim tarafından yönlendirilen, belirli dönemlerde kullanılabilen bu ürünler hızlı tüketim ürünlerinden epey farklı.
Diğer yandan OTC, yani reçetesiz ürünlerle FMCG arasında çok daha fazla benzerlik bulunuyor. Reçetesiz ilaçlar, insanların sağlıklı kalabilmek ve birincil rahatsızlıklarını tedavi edebilmek için günlük hayatlarının bir parçası olan ürün gruplarını temsil ediyor. Aynı zamanda satın alma kararı ikisinde de hızlı. Nispeten uygun fiyatlılar ve her sosyo-ekonomik kesime hitap edebiliyorlar. İkisinde de ürünü denetmek evlere girmek önemli. Bu durum çerçevesinde ikisinde de akılda kalmak, doğru iletişimi kurgulamak gerekiyor.
P&G’den sonra Bayer’e geçmeniz, gözlemlediğiniz bir trendin ya da verdiğiniz bir kararın sonucunda mı oldu?
Daha önce deneyimlediğim ağız sağlığı, saç sağlığı, bebek bakım gibi kategori tecrübelerim şu anki sorumluluğumdan çok uzak değildi. Sağlık ve kişisel bakım sektörü her zaman radarımda olan ve özel ilgi duyduğum bir alan olduğu için bu geçiş aslında kariyer açısından kopukluk değil, tutarlılık oldu.
Sağlık, tüm dünyada yükselen trendlerden. Diğer yandan Bayer de uzun zamandır Türkiye’de olan, insana ve inovasyona yatırım yapan bir yaşam bilimleri şirketi. Elbette kararımda bu da etkili oldu. İlginç bir şey paylaşayım, şu an sorumluluğumda olan pek çok ürün ve marka, bu göreve gelmeden öncesinde zaten hayatıma girmiş, ailecek kullandığımız ürünler.
Drugstore konusu ülkemizde çokça tartışıldı ve bu alanda belki de eczacıların tepkisini çekmemek amacıyla net bir adım atılmadı. Bundan sonra reçete dışı ürünlerin satışı konusunda hangi satış kanallarının etkili olacağını düşünüyorsunuz?
Reçetesiz ürünlerin eczanelerde, eczacıların uzmanlığı ve yönlendirmesiyle satışını destekliyoruz. Eczane kanalıyla satış yapmak markalara ve ürünlere değer katıyor. OTC düzenlemesi de yasal süreçler ve uygulamaya konması açısından zaman alacak bir çalışma, bu nedenle yıllardır net bir durum ortaya konulamadı. Bu alanda atılacak adımların sağlam ve ileriye dönük olması önemli.
Aslında Türkiye’de bu alandaki düzenlemeler hız kazanmış durumda. Bildiğimiz kadarıyla İlaç ve Tıbbi Cihaz Kurumu konu üzerinde çalışmalarını sürdürüyor. Onlarla sektör olarak ortak paydamız, bu ürünlerin satışlarının sadece eczanede gerçekleşip eczacı danışmanlığında tüketicilerle buluşmaya devam etmesi.
Türk insanın reçetesiz sağlık ürünlerini kullanımını bilinçli ve yerinde buluyor musunuz?
Sağlık Bakanlığı’nın 2016 yılında yayınladığı son araştırmaya göre ülkemizde sağlık okuryazarlığı düzeyi oldukça düşük. Mevcut bilinç düzeyi de tedaviye yönelik. Yani sıkıntı yaşadıktan sonra, nasıl etkisinin azaltılacağı ya da ortadan kalkacağı yönünde. Diğer yandan önemli bir konu da önleyici, koruyucu tıp. Bir hastalık oluşmadan kendini ve sevdiklerini korumak, bunun için önlem almak. Bizim ülkemizde bu konuda almamız gereken çok yol var. Biz de Türkiye’de hem sağlık okuryazarlığının hem de hasta olmadan alınabilecek koruyucu önlemlerin önemi ve faydalarıyla ilgili bilinçlendirme çalışmalarımıza 2017’de hız vereceğiz.
Peki, bu durumu ülkemizde yapılan bir yerel festivalle örneklendirirseniz hangisi olurdu? Neden?
Türkiye’de her ilde hatta hemen her ilçede bir festival var. Bunlardan hangisine benziyor derseniz ilk aklıma gelen Karadeniz’deki Hamsi ve Horon Festivalleri. İnsanların coşkuyla bir araya geldikleri, enerjik bir etkinlik. Hamside şöyle bir durum var biliyorsunuz, yemesi çok lezzetli ve güzel bir balık. Ancak belli dönemlerde onu korumanız lazım ki her zaman verim alabilin. İşte sağlık da böyle. Sadece başımıza bir şey geldikten sonra değil, her zaman sağlığımızı ciddiye almayı öğrenmemiz lazım.
Bayer Tüketici Sağlığı Grubu’nun genel müdürü olarak ortalama yaşam süresinin artmasında kendinize nasıl bir pay biçiyorsunuz? Bu konuda çalışmalarınız var mı?
Dünyada bu konuda firmamızın elbette pek çok araştırması ve geliştirmekte olduğu ürünler bulunuyor. Türkiye ekibi olarak bizim hedefimiz de daha fazla yenilikçi ürünü ülkemiz insanının kullanımına sunmak, yaşam kalitelerine katkı sağlamak.
Özellikle bizim ürün gruplarımızın hedefinde hastalık oluştuktan sonra değil öncesinde önlem alma bilincini oturtmak ve tüketiciyi koruyucu ürünlerin kullanımı konusunda teşvik etmek var. Hastalıkları tedavi etmek ne kadar önemli ve değerliyse, hastalıklara karşı önlem almanın daha da kritik olduğunu düşünüyoruz. Yaşam süresi ve daha da önemlisi sağlıklı yaşam süresi de buna bağlı.
Türkiye’ye ve Türk insanının yaşam alışkanlıklarına uygun ürünleriniz var mı ya da olacak mı? Bu konuda ne düşünüyorsunuz?
Türkiye özelinde milletçe yemeğe olan düşkünlüğümüzden hazımsızlık ya da mide yanması gibi problemlerin çokça yaşandığını biliyoruz. Ayrıca gittikçe daha da yoğun bir şekilde büyük şehirlerde yaşadığımız için kapalı ortamlarda ve trafikte bağışıklık ve enerji kaybından şikayetler artıyor. Yine kadınlarda saç dökülmesi önemli problemlerden biri. Tüm bunlara ek olarak yoğun ve stresli bir yaşamı sağlıklı sürdürmemize yardımcı olacak ürünlere ihtiyacımız var. Biz de tüm bu ihtiyaçlara yönelik ürünlerimizi halkımızla buluşturmak için çalışıyoruz.
İsterseniz biraz da sağlık iletişiminden konuşalım. Sağlık iletişimi hakkında ne düşünüyorsunuz?
Bu kişisel olarak çok önemsediğim konulardan biri. Sağlık, bilgi kirliliğine fırsat tanınmayacak kadar ciddi bir konu. İnsanların, sağlık konusunda bilgiye ilk ulaştığı mecralar ise televizyon, gazete ve sosyal medya. Başka bir deyişle popüler medya. Her ne kadar geçmişten gelen bilgilerle ve edinilmiş doğrulara sadık bir toplum olsak da ülkemizde artan internet kullanımı sağlık enformasyonu edinme biçimlerini değiştiriyor. Tam da bu noktada doğru enformasyonu edinme biçimleri sağlamak için Türkiye’de sağlık iletişimciliğini bir uzmanlık haline getirmek gerekiyor. Henüz maalesef reçetesiz ilaçlarda tüketiciye direkt iletişime izin verilmiyor. Oysa Türkiye dışında pek çok ülkede bunun yıllardır ya kurumlar ya da sektörün özdenetiminde yapıldığını görmek mümkün.
Peki Türkiye’de tüketiciye giden sağlık iletişiminin durumunu bir filmi örnek vererek ifade etseniz bu hangi film olurdu?
Burada benim aklıma ”Raslantının Böylesi” (Sliding Doors) filmi geliyor.
Acaba reçetesiz ürünlerde sağlık iletişiminin serbest olduğu bir Türkiye ile bugünkü durum arasında ne fark olurdu? Filmdeki gibi metroya binsek ve her iki durumda tek tek inip gözlemleyebilsek!
Sağlık iletişimi konusunda Türkiye’de halkı bilinçlendirmeye yönelik yapılan kampanyaları takip ediyor musunuz? Aklınıza ilk gelen proje hangisi?
Hem mesleğim gereği hem de bir birey olarak; sağlık çalışmaları doktor-hasta-hastane üçgeni içerisine hasta yakını, sivil toplum örgütleri, medya, kamu kurum ve kuruluşlarını da dahil ettiği için bu konuyu yakından takip ediyorum.
Aklıma ilk gelen sigara ile mücadele kampanyası oldu. Sağlık Bakanlığı’nın bu konudaki ısrarlı mücadelesini, etkileyici kamu spotlarını başarılı buluyorum. Fikir önderlerinin desteği alınan, yasal mevzuatla sınırları keskin çizilen bu kampanya bildiğim kadarıyla olumlu sonuçlar verdi. Ayrıca en son Felis Ödülleri’nde gördüğüm Görmezden Gelmeyelim Tarih Öncesinden Günümüze Şizofreni Serüveni Sergisi projesini de çok başarılı buldum.
Sağlık İletişimi alanında yapılan yarışmaları nasıl buluyorsunuz? Okuyucularımıza bu yarışmalara katılmalarını önerir misiniz?
Sağlık İletişimi alanında yapılan yarışmaların çok değerli olduğunu ve sektöre katkı sağladığını dünşünüyorum. Hatta bunların kendi kapalı döngüsünde değil de tüm iletişim sektörünün bildiği platformlarda olması gerektiğini düşünüyorum. Tıpkı Cannes ya da Effie gibi. Felis Ödülleri’nde bu yıl Sağlık İletişimi Bölümü Jüri Başkanlığı görevini üstlendim ve bu alanda yapılan değerli çalışmaları derli toplu inceleme fırsatım oldu. Öncelikle sektörümüzün iletişim yatırımlarını değerli ve doğru yolda bulduğumu özellikle ifade edeyim. Özgün ve yaratıcı işler yapılıyor. Katkı koyan herkesi kutluyorum. Öte yandan ödül programlarını son derece faydalı buluyorum. Ödüllerin motivasyona katkısını kimse yadsımayacaktır. Başvuru süreçleri bile, ekiplerin kendi yaptıkları işleri bir kez daha değerlendirebilmeleri için bir fırsat oluşturuor ve bu da gelecekte daha da iyi işler yapılması için mutlaka katkı sağlıyor.
Ailenizde sağlık konularıyla kim ilgilenir? Çocuklarınıza sağlıkla ilgili verdiğiniz bir öğüdünüz var mı?
Doğal olarak ailemiz içinde de sağlık konularıyla ben ilgileniyorum. Çocuklarımı, özellikle öz bakımın önemi konusunda bilinçlendiriyorum. Temizliğin yanı sıra beslenme alışkanlıklarının da bu yöntemle şekillendiğini düşünüyorum. Çünkü kişinin vücudunu tanıyarak beslenmesi, yaşam tarzını ve günlük alışkanlıklarını buna göre şekillendirmesi ile gerçekleştireceği öz bakım sıklıkla vurgulanması gereken bir nokta. Bu konuda çocuklarıma örnek olabilmek için kendi alışkanlıklarıma da dikkat ediyorum. Bol su tüketmek, ara öğünleri atlamamak ve sporu hayatımızın içine hiç olmadığı kadar yerleştirmek şu an yapmaya çalıştıklarım.
Ekibinizde çalışan insanlara nasıl davranmalarını hedef koyuyorsunuz? Bunu bir hayvana benzeterek yanıtlasanız o hayvan hangisi olurdu?
Bayer Tüketici Sağlığı ekibi olarak takım ruhuna, birlikte çalışmanın getirdiği sinerjiye ve farklılıklardan doğacak güce inanıyoruz. Onlardan sorumluluk alanları, statükoyu sorgulamaları ve ayak izlerini bırakmalarını istiyorum. Yaptığımız iş sadece satış hedeflerini gerçekleştirmenin çok ötesinde. Biz, insanların daha iyi bir yaşam sürmelerine katkı sağlıyoruz. Ekibimdekilerin bunu akıllarından çıkarmamalarını istiyorum.
Bu özelliklerden yola çıktığımızda dünyadaki varlıkları çok değerli olan arı kolonilerine benzetiyorum. Yaşamlarını sürdürmek için her yolu deneyen ve amaçları doğrultusunda hareket eden arılar günün sonunda kusursuz bir bütünlük oluşturuyorlar. Bir parçası olmaktan mutluluk duyduğum ekibime baktığımda ben de bu birlikteliği gözlemliyorum.
İçten yanıtlarınız için teşekkürler. Bu röportajdan keyif aldınız mı? Bu köşede yer alacak gelecek konuklarımıza bir mesajınız var mı?
Kesinlikle! WORKSHOP zaten sektörle ilgili haberleri takip etmekten oldukça keyif aldığım bir yayın. Bu röportaj sayesinde çalıştığım alan üzerine alışılmadık sorular vesilesiyle bir kez daha düşünme fırsatı buldum teşekkür ederim.
*Bu yazı ilk olarak Workshop Dergisi’nde yayımlanmıştır.
Leave a Comment